Röportaj 1

Ülser ve Gastritle ilgili olarak Prof. Dr.  YERDEL ile Sn. Ferhan POROY’un yaptığı bir röportaj.

Soru: Sayın Yerdel, genel anlamda hazım problemleri çok yaygın değil mi ?

Cevap: Doğrusunu isterseniz evet. Bunun nedeni; yutma borusu, mide, oniki parmak barsağı, ince ve kalın barsak, karaciğer, safra kesesi ve pankreas’ a ait hastalıkların çoğunun kendilerini bir şekilde hazımla ilgili sorunlara yol açarak ortaya koymaları. Ayrıca sindirim sistemi organlarında hiçbir problem olmadan da benzer şikayetlere yol açabilen birçok alakasız hastalık da mevcut. Örneğin bir kurşun zehirlenmesi ciddi karın ağrısı ve kusma ile seyredebilmekte. Gene aylar boyu gastrit, ülser gibi yanlış tanılarla tedavi edilmiş bir kişinin asıl probleminin basit bir parazit hastalığı olduğunu anladığımız bile olabiliyor .

Soru: Sindirim sistemimizle ilgili en sık rastlanılan hastalıklar gastrit, ülser ve reflü diyebilir miyiz ?

Cavap: Doğrudur. Ülkemizle ilgili rakam verememekle birlikte, A.B.D.’ de yılda yaklaşık 5 milyon kişi ülser tanısı almakta. Reflü içinse rakamlar daha dramatik. Her 5 kişiden birini etkilemekte reflü problemi. Gene A.B.D.’de yaklaşık 40 milyon kişi ayda bir kez reflü şikayeti yaşamakta.

Soru: Gastrit  kavramını biraz tanımlayabilir misiniz ?

Cevap: Gastrit’ in kelime anlamı “mide iltihabı” demek. Gastrit açıkcası zamanımızda çok yerli yersiz kullanılmaya başlanmış bir terim ve her türlü mide problemi için bile kullanıldığını duyuyoruz. Gerçek anlamda gastrit; endoskopik ve hatta tercihan patolojik bir tanı olmalı. Bunu biraz açarsak; endoskop dediğimiz “fiber-optik” bir boruyu hastanın ağızından midesine indirerek midenin iç yüzey örtüsünün tamamını direk olarak görmek mümkün. Bu görüntüde mide yüzeyinin yer yer kızarmış, sanki tahriş olmuş gibi görülmesi durumunda endoskopik gastrit tanısı koyuyoruz.Daha kesin tanı ise gene endoskop aracılığı ile alınan milimetrik biopsiler ile konuluyor. Yani patolog mideden aldığımız ufacık parçaları mikroskop altında inceleyerek hasarı belirliyor. Sonuç olarak gastrit denildiği zaman mide iç yüzeyini örten tabakanın yüzeyel olarak yaralanmış , tahriş olmuş olduğunu anlıyoruz.

Soru: Nedir gastritin nedeni ?

Cevap: Her şeyden önce mide bir iç organ olmasına karşın dış etkenlerle direk yakınlığı, teması olan bir organ. Zira takdir edeceğiniz gibi tüm yediklerimizin ilk durak noktası mide. Dolayısı ile birçok yabancı madde ile çok sıkı ilişkisi var. Bundan da önemlisi mide çok ciddi miktarlarda asit üreten bir organ. Yani adeta bir “kezzap” deposu. Hidroklorik asit salgılıyor ve biz mide kapsamını dışarı bir bardağa alsak ve bunun içine de bir parça et koysak iki gün içinde bunun eriyip kaybolduğunu görebiliriz. Peki bu oranda güçlü asit içerik nasıl oluyor da mideye zara vermiyor diye bir soru akla geliyor tabiki. Bu hakikaten önemli bir soru. Mide’nin kendi ürettiği asitten korunması için bir dizi mekanizma var. Bunların en önemlisi gene bazı özel mide hücrelerince üretilen “mukus” dediğimiz sümüksü bir maddenin her zaman midenin iç yüzeyine sıvanmış olması. Bu mukus sayesinde mide kendi ürettiği asitten korunabiliyor. Hangi nedenden olursa olsun bu mukusun (sümüksü koruyucu tabakanın) miktarı ya da kalitesinde azalma olursa işte bu durumda mide kendini asitten koruyamıyor ve yaralanmaya başlıyor. Diğer bir değişle midedeki tehdit “asit” ile korunma yani “mukus” arasında asit lehine bir dengesizlik gelişmesi gastritin en önemli nedenlerinden. İşte gastrit süreci de böylece başlamış oluyor. Bu noktadaki denge iyice mukus aleyhine bozulup bu böylece devam ederse önceleri yüzeydeki tahriş daha derinlere ulaşıyor ve bu durumda da “ülser” dediğimiz derin yaralar açılabiliyor. Ülser aslında latince bir kelime ve anlamı sadece yara demek. Bu bağlamda ayaktaki bir yarada ülser aslında. Yani ülser sadece mide hastalıklarında kullanılan bir kelime değil.

Soru: Ülser dediğimiz durum gastritin ilerlemiş hali mi yani ?

Cevap: Evet. Mide iç yüzündeki yüzeyel yaralanmayı gastrit, bu tahrişin midenin duvarının derinlerine doğru ilerleyip bir yara halini almasına ise ülser diyoruz.

Soru: Ülser sadece midede mi oluyor ?

Cevap: Hayır. Aslında mide ülserinden daha sık onikiparmak barsağının başlangıç kısmında rastlıyoruz ülserlere. Tıpta “duodenum” diyoruz onikiparmak barsağına ve buradaki ülserlerin en önemli nedeni de gene mide asidi. Onikiparmak barsağı gıdaların mideden sonra hemen geçtiği bölüm ve burada midedeki gibi güçlü koruyucu bir mukus tabakası da yok. Bu nedenle asit üretimi fazla olan kişilerde ülserler sıklıkla onikiparmak barsağında oluşageliyorlar.

Soru: Bu bahsettiğiniz mukus denilen koruyucu sümüksü tabakanın azalmasında rolü olan en önemli faktörler nelerdir ?

Cevap: Son 10 yıldır çok iyi bildiğimiz en önemli faktör çok özel bir mikrop aslında. Adı ; Helikobakter Pilori. Eskiden mide asidinin “mikroplar dahil” burada hiçbir canlının yaşamasına olanak tanımayacağı sanılırdı. Zaman içinde Helikobakter denilen akıllı bakteri keşif olunana dek. Bu bakteri bazı yüzey özellikleri sonucu mide asidinden kendini koruyarak, bizim için çok önemli “mukus” ‘ u üreten hücrelere yapışarak kendi hayatiyetini koruyor ve sinsi biçimde bu hücrelerin işlevini bozuyor. Dolayısı ile midesinde helikobakter taşıyan kişi yeterince mukus oluşturamaz hale geliyor ve bunun sonucunda da midenin kendi ürettiği asit tarafından yaralanması süreci, yani gastrit başlıyor.

Helikobakter dışında mide iç yüzeyinde hasar oluşturan en önemli etkenlerden biri de stres. Bu öylesine önemli bir etken ki; halkımız da bunun farkında ve ” beni ülser ettin “ gibi deyimlerin altında aslında ciddi bir gerçek yatmakta. Stresle mide yaralanması arasındaki ilişkiye işaret etmek için ilginç bir deneysel örnek vermek isterim. Kobayları karanlık bir ortamda dört bacaklarından bağlarsak ve bu şekilde 1-2 gün bırakırsak tamamının mide kanamasından öldüğünü görüyoruz . Stresin mide asidi miktarını arttırarak ve bazen de mukus miktarını azaltarak yaralanmaya yol açtığı düşünülmekte. Birçoklarımızın stresli zamanlarda midelerine giren krampları ciddiye almamız gerekiyor bu yüzden.,

Gastrit ve ileri dönemde de ülser oluşumunda önemli faktörlerden bir diğeri de çok kolay ulaşabildiğimiz bazı ağrı kesiciler. Tıpta “non-steroid anti-inflamatuarlar” başlığı altında toplanan bu ilaçlara en güzel örnek aspirin. Aspirin ve benzeri ilaçlar hem mideyi tahriş ederek yani direkt etki ile yaralanma yapabiliyorlar ve hem de sistemik etkileri nedeni ile de zarar verebiliyorlar. Bu çok önemli bir konu zira halkımızın yaygın bir biçimde kullandığı “midede erimeyen” ilaç formları da sistemik etki nedeni ile midede probleme yol açabiliyor. Bu sistemik etkiden kastedilen şey aspirin ve benzeri ilaçların prostoglandin dediğimiz bazı maddeleri baskılaması. Prostoglandinler normalde midede asidi baskılarlar ve mukusu arttırırlar. Aspirinin sistemik etkisi ile prostoglandinleri baskılayınca hem asit miktari artıyor ve hem de mukus miktarı düşüyor. Yani midenin yaralanabilmesi ve gastrit, ülser gibi durumların oluşagelebilmesi için en güzel zemin hazırlanmış oluyor. Ancak gene de midede açılmayan ilaç formlarını tercih etmek ya da mideye çok daha az zararlı “parasatemol” gibi ağrı kesici ve ateş düşürücüleri kullanmak gerekiyor.

Soru: Yani aman ülserim çok ağrıyor diye aman bir aspirin alayım dememek lazım.

Cevap: Ne diyorsunuz! Bu intihar etmek gibi bir şey. Gerçekten ülser ağrısı çekmekte olan bir kişi iki tane masum aspirin alırsa ya kanar ya da ülserini delebilir. Çok çok önemli bir soru sordunuz.

Soru: Aspirin ve stresi bir yana koyarsak gastrit ve ülser için artık bir enfeksiyon hastalığı benzetmesi yapabilir miyiz ?

 

Cevap: Doğrusu birçok eksper artık bu kanıda zaten. Gerek onikiparmak barsağı ve gerekse mide ülseri bulunan hastaların  % 85 ‘ inde hastalığın nedeni helikobakteri. Bu nedenle ülserin tedavisinde de bir devrim yaşadık ve asit düşürücü tedaviye ek olarak artık helikobakteri de giderici tedavi şemaları ülser tedavisinde altın standart oldu diyebilirim.

Soru: Bu bakterinin mide kanseri ile bir ilişkisi var mı ?

Cevap: Gene çok önemli bir soru bu ve cevabı evet. Helikobakteri midesinde sürekli olarak taşıyanlarda mide kanseri riski taşımayanlara göre 6 misli daha fazla. Bu riskin nedeni bakteri varlığında mide yüzeyinin tahrişinin sürekli devam etmesi ve çok uzun dönemde kronik atrofik gastrit diye bilinen özel bir gastrit gelişmesi. Ancak hemen belirtmeliyim ki; bizlerde bu mikrop karşısında hiç de çaresiz değiliz artık. Bir kere hem tanısı için ve hem de tedavisinde çok etkili yöntemlerimiz var.

Soru: Bu bakteri nasıl bulaşıyor, korunma yolları var mı ?

Cevap:  İşin ilginç yanı bu bakterinin nasıl bulaştığını tam olarak bilmiyoruz. Muhtemelen çocuklukta ya da genç ergenlik döneminde alıyoruz ve ağzımızda bir misafir gibi taşıyoruz çoğumuz. Toplumda ağızda taşıyıcılık oranı  % 30 ‘ lara varmakta. Yani neredeyse her üç kişiden biri bununla karşılaşıyor. Ancak herkesin midesine yerleşmiyor sizin de takdir edeceğiniz gibi. Dolayısı ile hiçbir hazım problemi olmayan, mide şikayeti bulunmayan birindeki bakterinin tanınmasının ya da tedavisinin önemi yok. Gastriti ya da ülseri ve helikobakteri olan bir hanımefendinin tedavisi mutlaka gerekiyor ama aman eşinize de bulaşmıştır diye o hanımın eşine “eğer bir şikayeti yoksa” endoskopi önermenin bir manası yok .

Soru: Tanısı nasıl konulmakta bu bakterinin varlığının ?

Cevap: Nefes testi, dışkıda bakteriye ait antijenin gösterilmesi gibi çok kolay yöntemler var ancak bunlar bakterinin mideye yerleştiğini % 100 gösteremiyorlar. Kişinin sadece o bakteri ile önceden karşılaşmış olduğunun kanıtı bu testler. Helikobakterin en kesin tanısı endoskopi’de mideden alınan biyopsilerle konuluyor. Alınan minicik parçacıklar ya “üreaz” testi ile ya da daha da iyisi patolog tarafından değerlendiriliyor ve % 100′ e yakın doğruluk oranı ile tanı konulabiliyor.

Soru: Sn. Yerdel, ne gibi belirtilere yol açıyor gastrit ve ülser ?

Cevap: Her nekadar gerek gastrit ve gerekse ülser hastalığının en önde gelen bulgusu mide ağrısı ise de ; öncelikle gastrit, mide ülseri ve onikiparmak barsağı ülserlerini birbirlerinden ayırarak bu soruya cevap vermek lazım.

Gastrit tanısını endoskopi ve biopside almış bir kişinin tek sıkıntısı belli belirsiz hazımsızlık şikayetleri ve hafif mide ağrısı olabilir.

Aşırı alkol alımı, bir diş ağrısı nedeni gereğinden fazla aspirin ya da apranaks gibi ilaçların kullanımı sonrasında hiç ülseri olmayan bir kişi hafif ya da ciddi mide ağrısı duyabilir. Bu ağrı tipik olarak önde, kaburgalarımızın birleştiği kısmın hemen altındadır ve şiddeti hafif bir kazıntıdan sırta bile vurabilen çok ciddi yanma hissine dek değişebilir. Böyle bir durumda hissedilen ağrı muhtemelen mide yüzeyinin tahrişi sonucu oluşmuş ani gastrit nedeniyledir. Asit miktarını azaltıcı yöntemlerle bu tip bir hasta rahatlayacaktır. Kimi zaman da bu ani gastrit kanama nedeni bile olabilmektedir. Özellikle stresle tetiklenen bu tip ani gastrit kanamaları hayatı bile tehdit edebilirler. Zira bu durumda midenin birçok noktası adeta kan ağlamaktadır ve kanama tek bir ülser yarasından olmadığı için çok tehlikelidir.

Mide ülseri ise kronik-müzmin bir problemdir. Hasta genellikle 50 -65 yaş arasındadır ve ağrıdan şikayet etmektedir. Hastanın hikayesi ayrıntılı olarak alındığında probleminin eskilere dayalı olduğu anlaşılabilecektir. Mide ülserinde ağrı daha ziyade yemek yemekle ortaya çıkar. Ağrı yeri gene kaburgaların birleştiği noktanın altında, göbeğinde 4-5 santim üzerindedir. Mide ülserli hastalarda bulantı ve kilo kaybı da olabilmektedir. Eski bir ülserin bazen de ilk bulgusu kanama olabilir.

Onikiparmak barsağı ülserinde de en temel belirti müzmin ağrıdır. Hasta genellikle 40’lı yaşlardadır ve ağrıyı gene mide ülserindekine benzer yerde algılar ve ayrıntılı hikayesi alındığında şikayetlerin gene belli bir eskilikte olduğu anlaşılır. Onikiparmak barsağı ülseri  ağrısı mide ülserine göre daha tipik bir ağrıdır. Hastalar genellikle sonbahar ve ilkbahar dönemlerinde ağrılarının daha fazla olmakta olduğundan yakınırlar. Ayrıca gün içinde de ağrılarının adete bir ritim takip etmekte olduğunu tanımlarlar. Ağrı genellikle mide boşken, yani açken artmaktadır ve yemek yemek hastaları genellikle rahatlatmaktadır. Ağrının sürekli sırta vurmakta oluşu ve geceleri hastayı uyandırmaya başlaması onikiparmak barsağı ülserinin iyice derinleşmiş olduğuna işaret eden belirtilerdir.

Belirtilmesi gereken önemli bir husus hastaların şikayetlerine bakarak mide mi yoksa onikiparmak barsağı ülseri mi olduğunun net olarak anlaşılamayacağıdır. Kesin tanı için endoskopi şarttır.

Soru: Mide kanamasını hasta nasıl algılar ?

Cevap: En klasik senaryo; ülseri olduğunu bilen bir kişinin ağrılı bir dönemi esnasında aniden ağrısının geçmesi ancak bunun ardından kendini kısmen kötü hissederek tuvalete gidip oturduğunda katran gibi dışkıladığını görmesidir. Mide ve onikiparmak barsağından olan kanamalar dışkı ile çıktıklarında simsiyah katran gibi görünürler. Böyle bir hastada ilk etapta ağrının geçmesinin nedeni kanın asidi nötürleyici etkisindendir. Eğer çok hızlı bir kanama varsa kişinin dışkısı kırmızımsı da olabilmektedir. Bazen de hızlı kanamakta olan mide kanamalı bir kişi bunu kusabilir ve bu durumda adeta “kahve telvesi” gibi bir kapsamla karşılaşır. Bu rengin nedeni kanın midede kısmen sindirilmiş olmasındandır. Hızlı kanamakta olan ülserli hastalarda kan kaybının derecesine bağlı olarak; soğuk soğuk terleme, nabzın hızlanması, çarpıntı hissi ve bayılma da gözlenebilir. Tüm bu durumlar zaten hastanın acilen kliniğe yatırılmasını gerektiren durumlardır.

Soru: Ülserler uzun dönemde ne gibi problemlere yol açabilirler.

Cevap: Bu soruya genel bir cevap verirsek; kanama, delinme ve tıkanıklık oluşturma diyebiliriz. Tümünün ortak paydası eski ve tedavi edilmemiş bir ülserin derinliğinin artmış olması ve çevresindeki iltihabi yanıtın da o miktarda fazla olmasıdır. Eğer ülser yarası büyük çapta bir atar damarın açılmasına yol açarsa hayati risk taşıyan kanamalar gözlenebilir ve bundan biraz önce bahsettik. Acil ameliyat gerektiren kanamalar daha ziyade onikiparmak barsağı ülserlerinde gözlenirler. Tüm ülserlerin aşağı yukarı % 5 -10 ‘unda delinme görünür. Ülserin delindiği an hasta inanılmaz derecede bir ağrı duyar ve o anı saniyesi saniyesine hatırlar. Biz bu hastaları acilde görürüz ve derhal ameliyata alırız. Nispeten nadir bir komplikasyon olsa da oluştuğunda derhal ameliyat yapılmazsa ölümcül bir durumdur. Tıkanıklık durumu ise tüm ülserlerin % 5’inden azında gözlenir ve onikiparmak barsağı ülserlerinde daha sıktır. Nedeni eski ülser yarasının yerinde oluşan nedbe dokusunun yarattığı daralmadır. Kişi artık yemeklerden sonra bir şişkinlikten ve kusamadan rahatlayamamaktan şikayet etmektedir. Hatta bazı hastalar 2-3 günde bir yemek yedikten sonra rahatlayabilmek amacı ile boğazlarına parmak atıp kendi kendilerine kusarak rahatlamaktadırlar. Bu durumun geliştiği ülser hastalarında da ameliyat kaçınılmaz olarak gerekmektedir.

Soru: Ya kanser riski ? Mide ülseri mide kanserine dönüşür mü ?

Cevap: Bu da zaman içinde değişen cevabı olan bir soru aslında. Zamanımızda mide ülserinin kanserleştiği pek kabul görmemekle birlikte, mide ülseri olanlarda daha sık kanser riski olduğu kabul ediliyor. Onikiparmak barsağı ülserinin ise kanser riski ile hiçbir alakası yoktur.

Röportaj 2

SAFRA KESESİ HASTALIKLARI İLE İLGİLİ SORU-CEVAPLAR

Safra kesesi  ne işe yarar ?

Karaciğerde oluşturulan safranın depo edilmesine, konsantre edilmesine ve gerektiği zamanlarda barsağa akıtılmasına yarar. Çoğunun sandığı gibi safranın üretildiği bir organ değildir. Safra karaciğerde oluşturulur, safra kesesi sadece bunu depolar ve konsantre eder.

Gerektiği zamandan ne kastedilmektedir ?

Safra, özellikle yağların sindirimi için önemlidir. Yağlı ve kızartmalı bir yemekten sonra çeşitli hormonal etkilerle safra kesesi kasılır ve safra yağlı yemeğin de bulunduğu barsağa akar. Burada yağ moleküllerinin sindirimi için safra’ya gerek vardır.

Safra kesesi taşı nedir ?

Safranın içeriği kolesterol, safra tuzları, su, çeşitli boya maddeleri ve kalsiyum gibi bazı maddelerin eriyiklerinden oluşur. Kolesterol safrada çözünmüş haldedir. Nedeni tam olarak bilinmeyen bazı faktörlerin etkisi ile safra içeriğindeki oranlar kolesterol lehine değişime uğrar ise kolesterol taşları için zemin hazırlanmış olur. Kese taşları en sık kolesterol taşları şeklinde görülürler. Bazen de safra içeriğindeki boya maddeleri ya da kalsiyum ve bazen de enfeksiyonlar taş oluşumuna zemin hazırlarlar.

Safra kesesi taşları sıklığı nedir ?

Tahmin edildiğinden çok daha sık olup tüm popülasyonun nerede ise % 10 ‘ unda bulunurlar. Bu her 10 kişiden birinde safra kesesi taşı olması demektir. Tabi ki taşı bulunan insanların büyük bölümü asemptomatikdir yani hiçbir şikayetleri olmaz. Bu kişilerde taşlar rastlantısal olarak bir check-up esnasında uygulanan ultrsonografi ile tanınırlar.

Kimler safra kesesi taşı açısından daha fazla risk altındadır ?

Kilolu, çok doğurmuş, nisbeten açık tenli hanımlarda daha fazla safra taşları görülmektedir. Ayrıca bazı kan hastalıkları ve siroz gibi nedenler de safra kesesi taşı riskini arttırırlar. Ancak bu risk faktörleri olmasa da kese taşları oluşabilmektedir.

Tesadüfen fark edilmiş bir safra kesesi taşı ameliyat edilmeli midir ?

Bu soruya hem evet ve hem de hayır yanıtlarını vermek mümkündür. Belirti vermeyen, diğer bir deyişle sessiz bir safra kesesi taşı eğer hasta 75 yaşında ve ciddi kalp sorunu olan biriyse ameliyat edilmeyebilir. Ancak taşı olan kişi eğer 40′ lı yaşlarda, beklenen yaşam süresi 20 – 30 yılı aşkınsa bu durumda ameliyat önermek daha doğrudur. Bunun nedeni safra kesesi ameliyatının riskinin sessiz taşı kendi haline bırakmaktan daha az olmasıdır. Sessiz taşların bulgu verme riskleri her 5 yıl için % 20 civarıdır. Yani sessiz taşı olan birinin 20 sene içinde ciddi safra kesesi taşı hastası olma olasılığı % 80 ‘lere varmaktadır. Aradan geçecek bu 20 yıl içinde o kişi giderek gençleşmediğinden, ameliyatın 20 sene önce ve hasta daha genç/sağlıklı iken yapılması çok daha iyi olacaktır.

Safra kesesi taşları ne tip bulgu, belirtilere yol açabilirler ?

Safra kesesi taşları bir dizi hazımsızlık belirtilerine yol açabilirler. Özellikle yağlı, kızartmalı ve yumurtalı gıdalara karşı intolerans tipikdir. Bu tip yiyeceklerin bulantı, hazımsızlık ya da karnın sağ üst kadranında ağrıya yol açması gözlenebilir. Bu durum tıpta kronik kolesistit (safra kesesi iltihabı) olarak tanımlanır. Ayrıca taşın kesenin boynuna oturup burayı tıkaması durumunda “kolik” diye tanımladığımız tipte sağ üst karna bıçak batarmışçasına bir ağrı gözlenebilir. Sağ üst kadranda oluşagelen bu ağrı sırta, iki kürek kemiğinin ortasına vurabilir. Ağrı birkaç saat sürebilir ve çoğu ağrı kesici işe yaramayabilir.

Safra kesesi taşları yukarıdaki belirtilere ek olarak ayrıca acil problemlere de yol açabilirler. Kesenin boynunu tıkamış olan bir taş geriye kese içine ya da ileriye ana safra kanalına düşmez ve tıkama durumu devam ederse bu durumda akut kolesistit dediğimiz ve kısmen cerrahi bir acil olarak kabul ettiğimiz bir tablo oluşur. Bu hastalar sıklıkla acil servislere başvururlar ve hastaneye yatırılmalıdırlar. Tedavi olarak da tanı konulmasının ardından birkaç gün içinde safra kesesi ameliyatına alınırlar.

Safra kesesi taşları ana safra kanalına düşerlerse bu durumda da akut pankreatit (pankreas iltihabı) ya da tıkanma sarılığı dediğimiz son derece ciddi komplikasyonlar gelişebilir. Bu komplikasyonlar hayatı tehdid edebilecek boyutlara varabilir.

Safra kesesi taşları tedavisi nasıl yapılmalıdır ?

Tedavi ameliyattır ve bu laparoskopik olarak yapılmaktadır. Laparoskopi karnı kesmeden, karın duvarında milimetrik delikler açarak ameliyat yapmak anlamına gelmektedir. Bu yaklaşım sayesinde safra kesesi çıkarılan  hastalar aynı gün taburcu olabilmekte ve 6-7 gün sonra iş ve güçlerinin başına dönebilmektedirler. Ayrıca kesi olmadığından çok daha iyi kozmetik sonuç elde edilmekte ve kesiye bağlı oluşabilecek tüm komplikayonlar da (kesi fıtığı, kesi enfeksiyonu gibi) engellenmektedir.

Safra kesesi taşlarının  cerrahi dışı tedavisi var mıdır ?

Ağızdan alınan bazı ilaçlar kolesterol taşlarını % 50 ihtimalle eritebilmekle birlikte bu taşlar tedavi kesilmesinden sonra tekrar oluştuğundan ve kullanılan ilaçlar karaciğer için “toksik” olduğundan bu yaklaşım artık terk edilmiştir.

Böbrek taşları başarı ile kırılabilmekte iken bu tip tedavi hem başarı oranının düşüklüğü ve hem de komplikasyonlarının çokluğu nedenleri ile safra kesesi taşlarında kullanılamamaktadır.

Sonuç olarak safra kesesi taşlarının mutlak tedavi şekli laparoskopik kolesistektomidir. Yani karnı kesmeden, ince kanüller ve video sistemlerinin yardımı ile safra kesesinin çıkarılması tek tedavi şeklidir.

Safra kesesinin taş dışı nedenlerle de çıkarılması gerekebilir mi ?

Evet ! Safra kesesi polipleri bunun en güzel örneğidir. Çok uzun zamanda kanser riski taşıyan gerçek kese polibi bulunan kişilerin safra keseleri de laparoskopik olarak çıkarılmalıdır. Gene kanser şüphesi taşıyan bazı durumlarda da safra kesesinin çıkarılması gerekmektedir.

Kime ameliyat olalım ?

Öncelikle ciddi “hepato-bilier” (karciğer/safra yolları) tecrübesi olan ve ileri düzeyde laparoskopi eğitimi olan bir cerrah tercih edilmelidir. Hepato-bilier cerrahi genel cerrahinin geniş spektrumu içinde özel bir uzmanlık alanıdır ve her türlü karaciğer, safra kesesi ve yolu ameliyatı bu alt uzmanlık dalında özel eğitim almış kişilerce yapılmalıdır. Ancak bu şekilde çok nadirde olsa ortaya çıkabilecek komplikasyonlardan kaçınmak  ya da bir komplikasyon oluşageldiğinde bunun en etkin tedavisinin yapılabilmesi mümkün olacaktır. Laparoskopik cerrahide komplikasyonları azaltmanın en önemli ön koşulu cerrahın tecrübesidir. Bu nedenle ileri laparoskopi deneyimi olan hepato-bilier cerrahlar tercih edilmelidir.

Ameliyatın riskleri nelerdir ?

Ehil ellerde bir kişinin trafik kazasından ölme riski ile aynıdır. Yani ihmal edilebilecek bir risk söz konusudur.